PRENSİPLER

A) SİYASAL DÜŞÜNCENİN KAYNAKLARI

1)İlim:
Parti; ilmi, ilmi düşünceyi, ilmi araştırma metodunu siyasal düşüncenin ve siyasal çabasının esası olarak kabul eder. Bilimsel doğruluğu şüpheli kabullere, dogmatizme, formalizme, faraziyelere İtibar ve iltifat etmez. Sosyal ve manevi bilimlerin verilerini esas alır.

2) Milli Dünya Görüşü ve milli manevi sosyal değerler:
Milli ihtiyaçlardan yola çıkan milli siyasal düşünce, ilmin ışığında, tarihin en köklü ve tecrübesi en büyük milletlerden biri olan Türk milletinin ihtiyaçlarını, değerlerini, ülkülerini, insani bakış açısını, aksiyon tarzını, aklın, sağ duyunun, modern insan ve toplum zaruretlerinin müsamahasız imtihanından geçirerek, milli politikanın kılavuzu yapmak ister.

    Kainat ve hayatın müşterek bir esastan kaynaklanmasına karşılık, tabiat ve hayat sonsuz çeşitlilik içinde değişmektedir. Fertte genel ve özelin çizgilerini görürüz. İki hakikat çelişme halinde değil, uzlaşma halindedir. Millet dediğimiz tarihi, medeni ve sosyal ferdiyette milleti millet kılan maddi ve manevi spesifik gerçekler, genel insani gerçeklerle birlikte ve uzlaşma halinde yaşar. İşte bu yüzden milli politikanın esasları, spesifik özelliklerimizin ve gerçeklerimizin, insani gerçekler ve ilmin verileriyle uzlaşmasından ibarettir.İşte bu politikaya, bilimsel mili politika demekteyiz.

3)Ahlak:
Parti, siyasi çalışmaların aynı zamanda ahlaki bir görevin yerine getirilmesinden ibaret olduğuna inanır. Ahlakın, vicdani bir yol gösterici olduğuna temelli başarıların ancak üstün ve iyi ahlak temeline dayandığına inanır. Hiç bir maddi, manevi ve sosyal gelişmenin, sağlam ahlaki temelleri bulunmadıkça, sürekli ve hayırlı bir başarısından bahsedilmez. Üstün ahlak ve fazilet, tüm çabaların hem amacı, hem de yöneticisidir.

B) SİYASAL DÜŞÜNCENİN KABULLERİ

1)Gelişme:
   Bu prensip, hem insan ve toplum için genel amacı, hem de kainat ve hayatın uyduğu başlıca kanunu açıklar. İnsanoğlu, iradesi, inancı ve öz çabası ile bu gelişmenin yolunu açar. Kendini sürekli olarak yenileyebildiği, maddi ve manevi ıslahatı tamamlayabildiği ölçüde ilerler, yücelir ve gelişir. Sürekli bir gelişme, maddeten ilerleme ve manen yücelme, insani, sosyal ve milli hedefimizdir.

2)Meşruiyetçilik:
Parti, meşrutiyetçilik ilkesini, tüm siyasal aksiyonun ahlaki ölçü ve kılavuzlarından başlıcası  olarak kabul eder. Anayasal düzene karşı bulunan, kısaca meşru olmayan her türlü telkin ve davranışların ciddiyet ve inançla karşısındadır. Meşruluk, milli iradeden kaynaklanan meşru otoritenin emir ve yasaklarına itaat ve saygıdır. Medeni hayat tarzının bir gereği olan bu görev; hakkı, doğruyu ve en güzeli arama, daha ileri ve yüce bir hayat tarzını, meşrutiyet çerçevesinde gerçekleştirme hak ve çabasından feragat manasına gelmez. Sulhçu, hürriyetçi bir gelişmeyi tazammum eder. Meşruiyetçilik insana ve millete saygının, onun kendi geleceğini tayin konusunda rüştüne olan samimi inancın tabii gereğidir.

C) SİYASAL ÇABANIN PRENSİP VE İDEALLERİ

  1.  Hürriyetçi, demokratik- laik esas;
    İnsanoğlunun dünyada görünüşünden bu güne kadar kendi elleriyle gerçekleştirdiği maddi ve manevi suni dünyanın gittikçe kendisini kendi eserine yabancılaştırdığı, tutsak kıldığı gerçeği, sanayileşmiş ve sanayileşmenin eşiğindeki tüm ülkelerde kabul edilen bir gerçektir. İnsanoğlu, fıtratından ve hayatın amacından kopmakta ve yeni bir paganizme doğru sürüklenmektedir. Hürriyet idealinin çağımızdaki anlamı şudur: İnsanoğlunun kendi fıtrat gayesinin takipçisi veya Tanrı’sının kulu haline getirerek hür kılmak esastır. İnsanoğlunun hürriyetini sınırlayan tüm maddi manevi engellerin demokratik ıslahat ile kaldırılması beşeriyetin bir ülküsüdür.

    Bu ülkü bu gün büyük bir güç haline gelmiştir. Bu ülkünün gerçekleştirilmesinden Türk kültürünün manevi, sosyal ve tarihi değerlerinin, hem Türk, hem de cihan hürriyetçi ülküsüne feyizli katkılarda bulunabilecek sönmez bir meşale olduğu kesindir.

    Kişiliğini ve mutluluğunu arayan insanoğlunun psişik, sosyal, ekonomik, engeller karşısında duraklaması ve hürriyetin yitirmesi tehlikesi melhuzdur.

    Hürriyet, gelişmenin manevi iklimini meydana getirir. Hürriyetler sadece ferdin mutluluğunun değil, aynı zamanda toplumsal gelişmenin ve ilerlemenin de hem ülküsü, hem de şartı durumundadır. Bu yüzden hürriyetçi ve demokratız.

    Hürriyet sadece toplum tarafından belirlenmiş yetki sınırları olarak ele alınamaz. Hürriyetin yaygın ve aktüel gerçek olmasının derecesi, toplum ve ferdin onları kullanım gücüne erişmesi ile orantılıdır. Diğer taraftan, hürriyetlerin sadece yetkilerden ibaret sanılması da yanlıştır. Çünkü sorumluluklar, yetkilerin ayrılmaz parçaları durumundadır.

    Türk kültür ve medeniyetinin dini müsamaha, ibadet, ayin ve cemaat hürriyetinin ışıkları, asırlarca Batı dini hayatını etkiledikten sonradır ki, Batı’da hümanist laik telakkinin tohumları filizlenebilmiştir. Hakk’ın ve hakikatin yorumunun bir zümrenin inhisarında kalmasına ve din adına bir diktatörlük (teokrasi) kurulmasına ve devamına insanlığın gelişmesi daha fazla katlanmazdı. Fikir, vicdan ve telkin hürriyetinin bir parçası olan dini düşünce, inanç, ibaret ve cemaat hürriyeti muhteremdir. Hiçbir ferdin hakkı ve Tanrı’yı arama hürriyeti engellenemez.

    Tanrı’ya inanma, ona kulluk etme, mümin için ulvi bir vecd ve yükseliştir. Dini görevlerin ifası ve din; hiçbir şekilde politik, şahsi ve maddi istismarların konusu yapılamaz. Dindarla ve din ile alay etme, düşmanlık etme hakkı, hiçbir kimse ve makama hiçbir mülahaza ile verilemez.

   

     Hümanist laik telakkinin manevi amacı, Atatürk’ün diliyle, dini hayata, politikanın günlük çabası dışında ve üstünde, dini hayatın mahiyetine uygun bir samimiyet ve ulviyet kazandırmaktır. Bu anlayışın, dini hayatın feyizli gelişmesinin başlangıcı olduğu gibi, milli sosyal-kültürel ve ekonomik gelişmenin temel şartını oluşturduğuna inanıyoruz.

    Başkalarının hak ve hürriyetlerini, kendi hak ve hürriyetlerimiz kadar muhterem saymayı, hürriyetçi telakkinin özü olarak görüyoruz.

2) Şahsiyetçilik- Milliyetçilik;


İnsanoğlunu tüm canlılardan ayıran, onu insan kalan, milli ve beşeri kültürün bereketli toprağında beslenip gelişen kültürün bereketli toprağında beslenip gelişen ve sürekli olarak onu var kılan manevi ve ruhi varlıktır. İnsanları birbirinden ayıran şahsiyetleri olduğu gibi, toplulukları birbirinden ayıran şahsiyetleri olduğu gibi, toplulukları birbirinden ayıran ve onları var kılan da milli şahsiyet, yani millet olmuştur. Ferdi şahsiyetle milli kimlik arasında çok yakın bir ilişkinin varlığı açıktır. Bu yüzden insan şahsiyeti gibi millet gerçeğini de muhterem saymaktayız. Ferdin gelişme hedefi ferdi şahsiyet olduğu gibi, insan topluluklarını bir yığın, bir sürü, bir kalabalık olmaktan çıkaran yükselişin hedefinin de millet olduğu açıktır. Binlerce yıllık bir gelişmenin insan ruhunun ve toplumun vicdanında derin kökleri bulunduğu inkar edilemez. Bu tabiat ve tarih gelişimi derin, manalı ve kesin gerçektir, hayal değildir. İnsan ruhunu milli kimliklerinden soyutlamak, onu değersiz kılma veya yok sayma eğilimleri, eğer gerçekleşebilseydi, insanlar, insanlığın bütün erdemlerinden mahrum hale gelmiş bir vahşiler sürüsü haline süratle dönerlerdi. Tarihin değişimini yok sayan, onu tersine döndürmek anlamına gelen böylesi bir afetin; ferdiyetin ve insanlığın feci sükutunun başlangıcı olacağı açıktır. Milliyetçilik telakkimiz tarih, tabiat ve insanlığın bu muhteşem yükseliş amacının ifadesinden ibarettir. İnsancı, şahsiyetçi ve milliyetçiyiz.

    Ferdi, toplumun bir gölgesi sayan görüşlere itibar edilemeyeceği gibi, toplumu fertlerin bir yığınından ibaret gören görüşlere de itibar edilemez. Fert bir gerçek olduğu gibi, toplum da bağımsız bir gerçektir. Ferdin hiçbir şekilde inkar edilmez temel hürriyet ve hakları olduğu gibi, toplumun da hassasiyetle korunmaya değer kıymetleri, ülküleri ve menfaatleri vardır. Bu değerlerle, insan hak ve hürriyetleri arasında bir inkar değil, bir tekabül bahis konusudur.

3)Adalet;
Toplumları ayakta tutan, insan fıtratında ve vicdanında yaşayan ve insani ideallerin doruk noktasında bulunan prensip adalettir. Adaletin bulunmadığı bir toplum çökmeye mahkumdur. Adalet nerede varsa orada zafer, yüceliş, ilerleme ve birlik vardır. Adalet, her varlığa hakkını veren sürekli iradedir; ahengi, fonksiyonel ayırımı, tevazu, dayanışma ve işbirliğini, sevgi ve saygıyı, birlik halinde ilerlemeyi ve gelişmeyi temin eden manevi sosyal temeli oluşturur. Bu yüzden adalet, sadece ferdi ve toplumsal bir ülkü değil, yaşanacak bir değerdir. Toplumun bütün hayat tarzlarına kişilerin tüm hayatına yön veren yüce bir ülküdür. Adaleti, tüm hayatımıza özellikle politik düşünce ve davranışa yön veren emperatif kural ve ilke olarak yürekten benimsiyor ve inanıyoruz.


4)Barış;
Barış, sadece bir amaç değil, aynı zamanda bir ilke, bir kabul ve bir hayat anlayışıdır. Fert bakımından bir doyum halidir. Tabiatla, hayatın yüce ülküsü ile ve kendisi ile uzlaşmasını, huzur, kurtuluş ve mutluluğu ifade eder. Toplum bakımından barış, toplumun bütün uzuvları ve değerleri arasında deruni ve yüce bir uzlaşma halidir.

   Yurtta sulh- cihanda sulh idealinin, fert, millet ve milletlerarası camia ile ilişkilerinin yegane sağlıklı ülküsü olarak gerçekleştirmek başlıca amaçlarımız arasındadır. Realist tüm barış çabalarının hararetle desteklenmesini, yurt ve dünya ölçüsünde barışın  maddi ve manevi şartlarının oluşturulmasına katkıda bulunmayı görev sayıyoruz. Barış, bizim açımızdan sadece bir amaç değil, bir üslup ve yaşayış tarzıdır da.

    Barış, dünya ölçüsünde çok yakın bir hedef olmasa bile, Türk inkılabının büyük önderinin, mahalli barışın cihan barışı ile yakın ilişkisini ortaya koyan tezinin büyük isabetine inanıyoruz. Aynı şekilde barışçı birlik ve gelişmenin, cihan çapında da akisler uyandıracağından eminiz. Cihan çapında ve ülke içinde sürekli barış özleminin, Türk milletini adalet ve insani yüce ülkülerin kadir bir iradesi haline gelmeyen mecbur bıraktığı apaçık bir hakikattir.

5)Birlik;
Cihan sulhunun gereksiz, manasız ve vahşi bir şekilde ihlal edilmesine medeniyetlerin ve ülkelerin birbirleri ile savaşa mecbur bırakılmalarına, insanın yabancılaşmasına ve büyük bunalımlara sürüklenmesine rağmen; bütün insanların bir kökten geldiği sulh ve yardımlaşma içinde yaşamaya mecbur bir milletler ailesi olduğu hakikati asla inkar edilemez. Büyük Türk milletinin asırlar boyu sürdürdüğü insancıl politikanın ve dünyaya ve tarihe bakış açısının temeli bu gerçektir.

     Ferdin tabii birliği olan aileden başlayarak, millete ve milletler camiasına doğru uzanan birliklerin, insanları bir sürü haline getiren kozmopolit, insanları ve milletleri köleleştiren emperyalist birlik hayalleri karşısında Türk dünya bakış açısının ve Türk İnkılabı’nın hürriyetçi, şahsiyetçi, dayanışmacı, milliyetçi cihan telakkisini, sadece milli değil, aynı zamanda insani bir hakikat olarak ilan ediyoruz.

    Türk toplumunu, ferdiyet ve şahsiyetin temeli olan hilkatin baş döndürücü, zengin farklılaşması içinde, bu zengin farklılaşmayı serazat bir büyüme ikliminin esası olan hürriyet, demokrasi, adalet temelleri üzerinde milleti, devleti ve ülkesiyle sarsılmaz bir birlik halinde Türk kültür ve medeniyetinden ve Türk inkılabı’nın sönmeyen meşalesinden aldığı ilhamla, mutlu yarınlara ulaşmak hedefimizdir.